Yalancılar - E. Lockhart / Yorum


Bu romanla ilgili Forever Young Adult sitesi yazarı Sarah Pitre şöyle demiş: "Yalancılar tıpkı bir cam kırığı parçası gibi; önce ışıl ışıl parlıyor, sonra da kesiyor. E. Lockhart kendi sınırlarını aşarak, ustaca ve karanlık bir biçimde, zenginlikleri altında ezilmiş, çarpıcı bir parçalanan aile portresi çiziyor." Bu yoruma daha fazla katılamazdım. Nasıl yorum yapacağımı şaşırdığım ender romanlar arasında yerini alan Yalancılar'ın yorumunu yapmak için kafamı toplamam 4-5 gün sürdü. Önce bir etkisinden çıkmam gerekiyordu. Yoksa bu yorum muhteşem, bayıldım, fevkalade, şahane, dehşet güzel gibi birbirine benzer kelimelerden oluşacaktı.

Zaman geçti diye güzelliğinden bir şey yitirmedi tabii ki. Cidden güzeldi. Okunmasını mutlaka tavsiye ederim. Ancak kitap sonunda okuduğum yorumlara bakarak tahmin edilemez bir son olduğunu söylemek yanlış olur. Gayet tahmin edilebilirdi. Olayı tahmin ettim ancak olayın nasıl gerçekleştiğini bilmek zordu. Sona doğru anlaşılır hale geliyordu. Yine de elimden bırakamadan okudum. Zaten çok kısa bir roman. Başladıktan sonra bitirmeden bırakmak istemiyor insan. Çünkü büyük bir şeyin geleceğini en baştan biliyorsun.

Biraz konudan bahsedeyim. Amerika'da Kayın Adası isminde bir ada var. Zamanında Harris Sinclair tarafından alınmış ve bu adaya belirli aralıklarla 4 konak inşa edilmiş. Harris ve Tipper Sinclair, Clairmont'ta kalıyorlar. Çiftin 3 kızı var. Carrie, Bess, Penny. Bu üç kız eşleri(daha sonra üçü de eşinden ayrılıyor) ve çocuklarıyla Kızıl Konak, Beşik Konağı ve Rüzgar Konağı'nda kalıyor. Mükemmel bir aile olduklarına inanmış bu insanlar mükemmel olmaya çalıştıkları ve zayıflıklardan kaçtıkları hayatlar yaşıyorlar. Bir de gençler var. Harris'in torunları. Cadence, Johnny, Mirren, Will, Liberty, Taft. Hepsi de mükemmel aileye uyma çabasıyla yetiştirilmiş.

Sadece yazlarını bu adada geçiren aile yine yaz olunca bir araya geliyor ancak bu kez Carrie, Ed isminde bir Hintli adamla beraber ve Ed'in yeğenini Gat'i de adaya götürüyorlar. O yıldan sonra her yaz Johnny'nin isteğiyle Gat'te adaya geliyor. Cadence, Mirren, Gat ve Johnny birbirlerinin yaşıtı olduğundan çok iyi anlaşıyorlar ve tüm yazı birlikte geçiriyorlar. Yaşları 15'e geldiğinde büyük bir şey oluyor. Kitapta kaza diye bahsedilen olay öyle bir şey çıkıyor ki okurken üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden. 

Kitabı Cadence'in gözünden okuyoruz. Kazadan sonra başlayan kitap geçmişe götürüp aileyi tanımamızı sağlıyor. O nasıl bir aile demeniz mümkün. Şahsen ben dedim. Şu an demek istediğim şeyleri spoiler olacağı için diyemiyorum. Öyle ince bir çizgi var ki anlatamam. Bir şey deyip olayı mahvetmek istemiyorum. Duygusal yönden ciddi şekilde sarsan bir roman olduğunu ve biraz da ağlattığını söylemem gerek. Hani çok abartılacak bir roman değildi belki ama farklılığı bu romanı kesinlikle okunmaya değer kılıyordu. Şimdilik yorumum bu kadar. Yeni yazılarda görüşmek üzere. Hoşça kalın :*

Kabuktaki Hayalet - Film Yorumu


Herkese merhaba

Filmi ülkemizde vizyona girdiği ilk gün izlemiş olmama rağmen yazıyı bir türlü toparlayıp yayınlayamadım. Scarlett Johansson'ı fazla sevmesem bile nedense filmlerini severek izliyorum. Bu filmde de aynısı oldu. İlk günden gidip izledim :D

Filmden çıktığımda ilk düşüncem "ne muhteşem bir filmdi" oldu. Cidden iyiydi. Scarlett'e de hep bu tarz filmler mi denk geliyor bilmiyorum ama aklıma direk Lucy geldi. Lucy'yi bu kadar başarılı bulmamıştım. Kabuktaki Hayalet kesinlikle olmuş. Hatta filmi izlediğimin ertesi günü yıllar önce çekilen animesini izledim. Nedense onu beğenemedim ve anlamlandıramadım. Aslında önce mangasını okumak gerek ama araştırmalarım sonucu Ghost in the Shell serisinin Türkçe'ye çevrildiğine dair herhangi bir bilgi edinemedim. İngilizce olarak mevcut mu ona bir bakmak lazım. Filme dönecek olursak bu versiyonunu çok beğendim. Çok anime izleyen biri olduğumu söyleyemem ama hem animesini hem filmini izlemiş biri olarak filmi çok daha güzel bulduğumu söyleyebilirim. Gerçi animenin yapılış yılını ele alırsak muhtemelen o da döneminin çok ötesindeydi.


Hem insan ruhunu taşıyan hem de bedeni bir tür robot olarak tasarlanan Binbaşı kendine geldiğinde geçmişiyle ilgili hiçbir şey hatırlamaz. Bir kaza geçirdiği ve ailesini de o kazada kaybettiği söylenir. Vücudu kurtarılamadığı için ona siber bir vücut yapılmıştır ve bedenini hissedememek onun tek sorunudur. Olanlardan sonra söylendiği şekilde görevine konsantre olan Binbaşı, özel bir birlik olan 9. birlikte görevlidir. Amacı terörle mücadele etmektir. Gelecekte geçtiği için çok farklı bir dünya karşılıyor filmde izleyiciyi. Geliştirilmiş insanlar, ortalıkta dolaşan robotlar, hemen her şey makineleşmiş ve teknoloji üzerine kurulu. İnsan olarak kalmayı seçenler de var.


Binbaşı, adının Kuze olduğunu öğrendikleri, kimsenin kim olduğunu bilmediği bir teröristi bulmayı kafaya koyar. Kuze'yi bulduğundaysa yaşadıklarının çok farklı şeyler olduğu hissinden kurtulamaz. Kuze'nin söylediklerini yapmaya başladığında ise yavaş yavaş gerçekler gün yüzüne çıkmaya başlar. Hayatıyla ilgili öğrendiği gerçekler, onun gerçeği ispatlamasında büyük rol oynar. Kuze ile ilgili öğrendikleri sayesinde de doğru bildiği her şeyi tek kalemde silip atar. O andan sonra tek amacı ona bunun neden yapıldığını ve yapanları bulmak olur.

Muhteşem bir görsel şölen sunan filmle ilgili birkaç yorum dışında hiç olumsuz yorum okumadım. Animesini çok iyi bilenler bile farklılıklar olduğu halde güzel olduğunu ifade etmişler. Sanırım bu türü sevdiğim için film de hoşuma gitti. İlgimi çeken bir film vizyona girmediği için bu ayı es geçtim. Bakalım mayıs ayında hangi filmi/filmleri izlemek kısmet olacak. Hoşça kalın.

Filmden Kareler:




Cezayir Menekşesi - Burcu Büyükyıldız / Yorum (Aşkın Renkleri #3)


Burcu Büyükyıldız'ın okuduğum 3. romanı Cezayir Menekşesi yorumu ile geldim. Kapağı ilk yayınlandığında beklentim oldukça yüksekti ve kesinlikle yüksek beklentiyi hak ediyormuş. Muhteşemdi. Başladıktan sonra elimden bırakamadım ve bir günde bitirdim kitabı.

Aşkın Renkleri serisini kısaca hatırlatayım. Çilek Mevsimi'nde Mira ve Yağız'ı okumuştuk. Zorlu bir aşk hikayeleri vardı. Bir Günah Gibi'de favori karakterim Sarp ve Ela'nın hikayesini okumuştuk. Şimdi de serinin 3. kitabı olan Cezayir Menekşesi'nde Mira-Sarp kardeşlerin kuzeni Kuzey'in çılgın ve planların kadını olan Selin ile olan muhteşem aşk hikayesini okuduk. Ve kendi adıma konuşmam gerekirse çok beğendim. Yazarın her kitapta kalemini daha da geliştirdiğini görüyorum ve bu bana Türk yazarlar için umut veriyor. Birbirinin neredeyse aynısı olan romanlardan o kadar bıktık ki bu işi belli bir seviyeye getirebilmek için böyle yazarlara ihtiyacımız var. Benim severek takip ettiğim birkaç Türk yazardan biri Burcu Büyükyıldız. Adaşım olması sebebiyle de ayrı bir seviyorum kendisini. Böyle devam ettiği sürece de tüm kitaplarını okurum :)

Kuzey ve Selin'in hikayesinden biraz bahsedecek olursak İzmirli Selin'in İstanbul'da küçük bir dekorasyon şirketi vardır ve İstanbul'da tek yakını çocukluk arkadaşı Emine'dir. Selin'in evlenmek üzere olan Emine ile gittiği bir şirket organizasyonu -ki bu organizasyon bir yeni yıl partisi- hayatını hiç ummadığı şekilde değiştirecektir. Partide gördüğü Kuzey Doğan yani şirket patronuna ilk görüşte aşık olan Selin'in o günden sonra tek yapacağı şey planlar yaparak Kuzey'i kendine aşık etmektir ancak işler kesinlikle umduğu gibi gitmez ve bu aşk Selin'i farklı şekillerde sınar.

Kuzey, başından geçen olaydan sonra kadınlara inancını yitirmiştir. Kendini kirli biri gibi gören Kuzey, günübirlik ilişkiler ile başarılı olduğu avukatlık hayatına devam eder. Şirketinin düzenlediği yeni yıl organizasyonunda gece saat tam 12'de göz göze geldiği kız uzun zaman aklından çıkmaz ve bir süre sonra öyle biri olmadığını düşünmeye başlar. Aylar sonra yeni evini dekore edecek kızı gördüğünde o gözler olduğu gibi aklına düşüverir ve Kuzey-Selin hikayesi de böylece başlamış olur.

Kuzey'in havalı halleri beni oldukça güldürdü. Selin'e karşı hissettiklerini sürekli yanlış değerlendiren ve kendini komedi gibi cümlelerle kandırmayı başaran Kuzey başlı başına bir olaydı. Selin, ilk andan beri kabul ettiği aşktan Kuzey'i tanıdıkça umudunu keserken ister istemez üzüldüm. Olaylar bir yerden sonra içinden çıkılmaz hallere girdi. Karmakarışık oldu. Birkaç yer biraz klasik şekilde bağlanmıştı ama bu durum okuma keyfimi hiç bozmadı. O kadar akıcıydı ki ufak tefek şeylere takılmadan okudum. Şimdi serinin devam kitaplarını bekliyorum. Her ne kadar favorim daima Sarp olacak olsa da devam kitaplarını da deli gibi merak ediyorum :) Başka yorumlarda görüşmek üzere diyerek burada yorumumu sonlandırıyorum. Hoşça kalın.

Tanhaiyan'ı İzledim - Dizi Yorumu


Herkese merhaba

Hint dizilerini izlemeye başlamam Iss Pyarr Ko Kya Naam Doon yani Türkiye'de bilinen adıyla Bir Garip Aşk ile oldu. Ancak aynı güzellikte bir dizi bulana kadar başka bir Hint dizisi izlememe kararı almıştım. İzleyenler bilir IPKKND'un ayrı bir havası vardır. Bitirince baştan başlar ve defalarca izlersiniz. Ben de bu olaydan nasibimi aldım. Birkaç ay ara verince de başladım acaba ne izlesem diye düşünmeye. Hint dizilerini takip edenler Tanhaiyan dizisinden de mutlaka haberdar olmuştur. Bizim ülkede deli gibi bir hayran kitlesi olan Barun Sobti'nin web üzerinden yayınlanacak dizisiydi. Aylarca beklendi, beklenti de büyük olduğundan haliyle dizi hemen türkçe altyazılı olarak internet aleminde yerini aldı. 10 bölümlük bir diziydi. Gerçi devam edileceğine dair söylentiler var ama net bir şey bulamadım. Devam edeceğini de sanmıyorum açıkçası çünkü hiç farklı bir yan bulamadım dizide. Hint dizilerini biraz da o Hint havası için izliyorsanız Tanhaiyan'da sizi cezbedecek bir şey yok maalesef.


İnternette dizinin trailer'ı ilk kez yayınlandığında Avrupai tarzda bir dizi olacağı belliydi ama ben nedense çok duygusal bir dizi olacağını ve muhteşem oyunculukla izleyeceğimi falan sanmıştım. En azından Barun Sobti götürür demiştim amaaaa işler öyle olmamış. Dün canımın sıkkın olduğu bir gündü. Ne yapsam diye düşünürken önüme çıkınca dayanamayıp 10 bölümü de izledim ve sonuç benim için hayal kırıklığıydı. Dizi için yapılan müzik öyle duygusaldı ki beklenti de haliyle duygusal olması yönündeydi ama kesinlikle duygusal yönü ağır basan bir dizi değildi. Can acıtıcı iki sahne vardı desem yalan olmaz. Bu sahnelerden, spoiler olacağı için yazının sonunda spoiler olduğunu belirterek detaylı bahsedeceğim. Genel olarak beklentimi kesinlikle karşılamayan bir dizi oldu Tanhaiyan. Ve bir hata olur da devamı gelirse izlemem.


Bu yazıda IPKKND'dan çok bahsetmek istemiyorum. Hatta belki onunla ilgili ayrı bir yazı yazarım. Kesinlikle yorum yapmaya değer bir diziydi. Türk dizileri son yıllarda Türk kültürünü birer birer terk ederken Hint kültürünü iyisiyle kötüsüyle yansıtabilen bir dizi izlemek muhteşemdi. Ayy ben Hint dizisi falan izleyemem demeyin. Benim gibi büyük konuşanların başına bu eninde sonunda geliyor :D Neyse konu dağılmadan söyleyeceklerimi söyleyeyim. O dizide Barun ve Sanaya'nın mükemmel bir uyumu olduğunu ve birbirlerini sahneler sırasında tamamladıklarını ilk bölümden itibaren görebilirsiniz. Tanhaiyan'ı izlemekteki amacım yine böyle bir uyum olacağına inanmam imiş. Ama ne yapalım kısmet değilmiş.


O kadar diziden bahsettik biraz detaylardan bahsedelim. Tanhaiyan'ın kelime anlamı "Yalnızlık" demekmiş. Dizide de hayatta farklı şekillerde yara almış iki kişinin aşk hikayesi anlatılmaya çalışılmış. Barun Sobti, Haider Ali karakterini canlandırıyor. Beraber büyüdüğü can dostunun ölümünden sonra hayata eskisi gibi devam etmeyi başaramamış, kendini akışa bırakmış bir adam var karşımızda. Surbhi Jyoti ise Meera karakterini canlandırıyor. Anne babasını bir trafik kazasında kaybeden, geçen 2 yıldan sonra hala yaralarını sarmaya çalışan bir kız. Ve bu ikili arkadaşlarının düğünü sırasında tanışıyorlar. Haider ve Meera'nın aşkı çeşitli zorluklardan geçiyor.

Konu zaten çok sıradışı değil ama birbirine yakışmayan 2 oyuncuyu bir araya getirmek de olaya tuz biber ekmiş. Hani göz var nizam var derler ya bu kadroyu oluşturanlarda yokmuş :D :D Yine de izledim içimde kalmadı en azından. Ne zaman beklentim yüksek olsa bu başıma geliyor zaten. Alıştım artık. Türk dizilerine küsme nedenim de yine bu şansla alakalı. Yıllar önce çeşitli dizileri takip ederdim ama bir dönem geldi hangi diziye başlasam 10. bölümü göremeden yayından kaldırıldı. Ben de sürekli sinir olacağıma izlemem daha iyi dedim ve o gün bu gündür Türk dizilerinden uzak duruyorum. Bu da ister istemez başka ülkelerin dizilerini izlemeye itiyor insanı.


Eğer buraya kadar okuduysanız cidden teşekkür ederim. Resmen içimi döktüğüm bir yazı oldu bu. Geçmiş yıllarda olduğu gibi, ara ara yazdığım dizi yorumlarıma dönmek istiyorum. Belki bu yazı ona da vesile olur. Eğer diziyi izlemediyseniz ve izlemeyi düşünüyorsanız buradan sonra yazacaklarımı okumamanızı öneririm. Biraz spoiler içeren bir bölüm olacak :D Yazının başında bahsettiğim trailer için direk yazının sonundaki videoya bakabilirsiniz. Ancak belirtmeliyim ki trailer Hintçe. Türkçe altyazılısını bulamadım. Bir de Hint dizilerini ingilizce altyazılı izleyebileceğim bir site biliyorsanız bana yazarsanız sevinirim. Bazı dizilerin altyazılı hale gelmesini bekleyemeyeceğim. Hemen izlemek istiyorum :)

SPOILER İÇERİR

Gelelim Tanhaiyan'da hangi sahnelerden etkilendiğime. İlk olarak Haider'ın Raza'nın evine gittiği ve Raza'nın annesiyle karşılaştığı sahne, yanlış hatırlamıyorsam 7. bölümdü. O sahnede birazcık ağlamış olabilirim. Hele Raza'nın annesinin Haider'a geleceğini bilseydim biryani hazırlardım dediği kısım beni çok etkiledi. İkinci sahneyse Haider'ın Meera'daki küpeleri görüp Raza'nın bilgisayarını açması ve arka plandaki fotoğrafı görmesiydi. Bu iki sahne dışında hiçbir duygusallık göremedim dizide. Artık müziğinin hatırına idare edeceğim. Çünkü müziğe bayıldım. Ara ara açıp dinliyorum. Yazıyı burada sonlandırıyorum. İzleyenlerin yorumlarını da beklerim :*

Takvim Kızı Mart - Audrey Carlan / Yorum


Herkese merhaba

Takvim Kızı serisi devam ediyor. Tempo düşse de ben hala ümidimi kesmedim. Bu aykini de okumayı istiyorum. Sanırım Takvim Kızı Mart ayı için söyleyeceğim tek şey hayal kırıklığı olduğuydu. Şubat ayı kitabında mart ayındaki adamın İtalyan olduğunu belirterek büyük bir beklenti yaratan yazar mart ayında bombayı patlattı. Tony, restoranlar zinciri olan ünlü ailesine, nişanlısı olarak tanıtmak için Mia ile anlaşmıştır. Ailesinin hayallerini yıkmaktan korkan Tony, eşcinsel olduğunu ve yıllardır devam eden bir ilişkisi olduğunu söyleyemez. Herkesten saklı yaşanan bu aşk, bir noktada onları böyle bir işin içine girmeye iter. Mia, aile ile tanıştığında Tony'nin annesinin davranışları korkularının yersiz olmadığını gözler önüne serer. Bu süreçte en büyük yarayı Tony'nin yıllardır ilişki içinde olduğu Hector alır ve bu durum en sonunda Tony'ye önemli kararlar aldırır.

Mutlu sonla biten kitapları kim sevmez ki... Haliyle ben de çok seviyorum. Konu itibarıyla biraz garipsemiş olsam da mutlu bitmesi beni mutlu etti. Yazarın yaptığı bu ters köşe bundan sonraki kitaplarda beni temkinli olmaya itti. Artık her türlü şeye hazırım :D Nisan ayında çok ünlü bir beyzbol oyuncusuna eşlik edecek olan Mia ile yazar bakalım bize neler okutacak. Umarım şubat kitabı gibi olmaz çünkü bir süre sonra midem kaldırmıyor. Wes'ten sonra olanlar bana göre mantıksız zaten ama seriye başladım bir kere bırakmak yok.

Takvim Kızı Mart'ın en güzel yanı Wes'i okumaktı. Mia'ya sürpriz yapan Wes, her zamanki Wes'ti ve bizi yine kendine hayran bıraktı. Ancak şubat kitabında olanlardan sonra nasıl desem bilmiyorum ama bir şekilde her şey yerli yerine oturmuyordu. İlk kitaptaki gibi bu ikiliye hayran kalamadım. Mia, gittikçe kendinden soğutmaya başladı çünkü beni. Umarım seri daha güzel bir hale gelir ve bırakmak zorunda kalmam. Çünkü sonuna kadar okumak istiyorum. Nisan ayı kitabını da çıktığı gibi alıp okumayı düşünüyorum.

Son olarak serinin değişen kapaklarını gördünüz değil mi? Ciltli özel bez baskılı olarak çıktı Mart kitabı. Tüm seri aynı şekilde olacak şekilde tekrar basıldı. İlk anda bu hiç hoşuma gitmemişti çünkü rengarenk kapaklar içimi neşe dolduruyordu. Ancak sonradan düşününce yetişkin okurlar için bir seri olduğundan yapılan doğru geldi. Ülkemizde kapağa bakarak kitap alındığını bildiğimden bu şekilde daha uygun olacağını düşünüyorum. Bu seri küçük yaşlardaki okuyucuların eline geçse olumsuz etkilenme ihtimalleri kesinlikle çok yüksek. Şimdilik yazacaklarım bu kadar. Yeni yazılarda görüşürüz.

Final - Becca Fitzpatrick / Kitap Yorumu (Hush, Hush #4)


Bir seriyi daha bitirmenin mutluluğunu yaşıyorum. Hush, Hush okumak için çok geç kaldığım bir seri oldu. Düşmüş melekleri konu alan çok fazla roman okudum ve çoğu bu seriden esinlenmiş. Bunu geç fark etmiş olmak biraz sinirimi bozdu tabii ki. Ben o romanları gayet orijinal olduklarını düşünerek okumuştum. Her neyse önümüze bakacağız artık.

Serinin 3. kitabı Sessizlik'te Nora, Hank'in Nefil ordusunun başına geçmek zorunda kalmıştı. Annesini korumaya çalışırken yaşadığı zorluklarla başa çıkması için yanında her zaman Patch'i bulan Nora, bu kez Nefillerin lideri olarak kendini kabul ettirme savaşı veriyordu. Onu lider olarak kabul etmeleri için birtakım çalışmalar yapması gerekiyordu ve bu konuda yardımcısı Nefiller arasında sözü geçen Dante'ydi. Dante her sabah yaptırdığı antrenmanlarla Nora'nın gücünü geliştirmesine yardımcı oluyordu. Nefiller, düşmüş melekleri ortadan kaldırmaya odaklanmışken Nora, başmeleklere verdiği sözü tutmak ve Nefilleri özgürlüğe kavuşturmak arasında sıkışıp kalmıştı. Tüm bu durumları aşmaya çalışan bir Nora - Patch aşkı vardı ki etkilenmemek elde değildi.

Son kitap benim için 3. kitap kadar muhteşem değildi. Final'i okurken bazı olayların çok hızlı geçildiğini düşündüm. Ve en önemlisi de çok tahmin edilebilir şeyler vardı. Hemen hemen her şeyi kitabın başında daha tahmin etmiştim. Yine de okurken sıkıldım desem yalan olur. Okuması keyifli bir seriydi.

Nora ve Patch'in sürekli imtihan halindeki ilişkileri nihayet bir sonuca vardı. Vee her kitapta biraz daha sevdirdi kendini ve Scott en baştan beri sevdiğim bir karakterdi. Marcie için ne desek boş. Biraz insana benzer hale geldi son kitapta ama yeterli değildi. Yine de Marcie için üzüldüm. Scott ile ilgili sonu kesinlikle beklemiyordum ya da olmasını istemiyordum ama oldu. Dante'yi hiç sevememiştim zaten ve düşündüğüm gibi de oldu. Ben Hank ile ilgili başka şeyler hayal etmiştim önceki kitabı okurken. Beklediğim gibi olmadı.

Serinin önceki kitaplarının yorumlarını okumak isterseniz
1. kitap Fısıltı
2. kitap Çığlık
3. kitap Sessizlik

Hayalet Uçak - Bear Grylls / Yorum (Will Jaeger #1)


Herkese merhaba

Instagram hesabı takip edenler biliyordur. 18-26 Mart tarihleri arasında Bursa Kitap Fuarı vardı ve ben de fuarda görevliydim. Fuar süresince de blogta aktif olamadım. Gerçi kitap okumaya fırsatım da olmadı. O kadar yoğun ve yorgundum :) Tabii fuar bitince 11 gün boyunca kitap okuyamamış olmamın acısını çıkardım ve bu hafta bol bol kitap yorumuyla burada olacağım.

Hayalet Uçak'a tam fuar döneminde başlamıştım fakat fuar sonrası devam edebildim. Ben Bear Grylls'i kuzenim sayesinde tanıdım. Programlarını kaçırmadan izleyen kuzenim kitabı çıktığında hemen aldı. Bu sayede yazarı keşfetmişken arada da olsa Bear Grylls programlarını izlemeye başladım ve fark ettim ki vahşi doğada hayatta kalma önerileri veren bu tür programlara bayılıyormuşum. Şimdi bu tür program yapan birçok kişiyi izliyorum :D Konuyu dağıtmadan devam etmek gerekirse Bear Grylls'in Will Jaeger serisini de ikinci kitap çıkınca okumaya karar verdim. 

Efsane bir roman olduğunu söylemek istiyorum. Bu kadar sürükleyici bir kitap beklemiyordum. Yazar, programlar sebebiyle birçok şeyi gözleriyle gördüğü için kitabında da sıkmayan betimlemelerle bu detayları anlatmış. Çeşit çeşit hayvanı, kitap Amazon ormanlarında geçtiği için her türlü detayıyla Amazon ormanlarını anlatmış. Okurken sahneyi gözünüzün önüne getirmek çok kolaydı. Betimlemeyi çok seven bir insan değilim ama betimlemenin bol olduğu bölümleri de hiç sıkılmadan okudum.

Kitabın konusundan kısaca bahsedecek olursam 4 yıl önce eşi ve oğlu kaçırılan Will, onları aramış ve bir yıl sonra artık tüm ipuçlarını tükettiğinde onları aramayı bırakmıştır. Orada yaşayamayacağını anladığında kendini Afrika'da bulunan Bioko isimli ada ülkesinde bulmuştur. Ailesini ve çevresini arkasında bırakan Will, Bioko'da öğretmenlik yapmış, kendi halinde yaşamıştır. Bir gün ülkede darbe girişimi olduğunda ve Will'de darbe yapanlardan biri olarak suçlandığında Kara Sahil denilen bir çeşit hapishaneye koyulur. Burada çok çeşitli işkenceler görür ve suçsuz olduğunu kanıtlayamaz. Bir gün ordudan dostu olan Raff, çeşitli bağlantılar kurarak onu oradan kaçırır. 

Ülkesine döndüğünde inanılmaz şeyler yaşandığını öğrenir. Onu bir görevin başına getirmek amacıyla Kara Sahil'den kurtarmışlardır ve görevleri 70 yıl önce düşen, Hitler ile ilgili çok önemli şeyler barındırdığı düşünülen, kayıtlardaysa hiç geçmeyen hayalet bir uçağı gün yüzüne çıkarmaktır. Bunu engellemeye çalışan güçler olduğu fark edildiğinde görev çoktan başlamış, Will ve ekibindekiler bu işe hayatlarını koymuştur. İhanetler, şüpheler içinde günler geçerken Amazon yerlileri olan Kızılderili kabileler de olaya dahil olduğunda Will ve ekibi kayıplar verdiği kadar kazançlar da sağlayacaktır.

Soluksuz okuduğum romanlardan biri oldu Hayalet Uçak. Will'in ekibi Narov, Santos, James, Alonzo, Kamishi, Dale ve diğerleriyle çıktığı bu yolculuk ve sonunda buldukları şeyler inanılmazdı. Özellikle Will'in dedesiyle ilgili ortaya çıkan şeyler de çok ilginçti. Kesinlikle basit bir kurgu değildi. Bu kitabı okunmaya değer kılan bir diğer ayrıntı yazarın, gerçek hayattaki dedesinin ülkesinin gizli bir askeri kuruluşunda komutan olması ve bunun dedesi öldükten onlarca yıl sonra ortaya çıkmasıyla birlikte bu kitabı kurgulamasıydı. İkinci kitaba çok ara vermeden devam etmek istiyorum. Bakalım Will Jaeger'in macerası nasıl devam edecek?