Jumanji The Next Level / Jumanji: Yeni Seviye Film Yorumu


Herkese merhaba

Cuma akşamı kardeşim ve kuzenlerimle yine bir film günü yaptık. Jumanji serisinin 2. filmi olan Jumanji: The Next Level'i izledik. İlk filmi de sevmiştim ama sanki 2.si daha iyiydi. Oyuncuları ilk filmde rollerine çok yakıştırmıştım. Bu filmde de fikrim değişmedi. Hiçbir karakter göze batmıyordu. Hele Dwayne Johnson, her filminde kendine hayran bıraktırmayı nasıl başarıyor, bilmiyorum. Karen Gillan'ı ise Doctor Who dizisindeki Amy karakteriyle tanımıştım ve o günden beri birçok filmini severek izledim. Aşırı pozitif bir duruşu var. Jumanji'yi ilk izleme sebebim Dwayne ve Karen'dı ama diğer oyuncuların(Jack Black, Kevin Hart) hakkını da yiyemem. Genç oyuncular dahil hepsi çok iyiler.


Jumanji'nin konusundan bahsedeyim. Jumanji atari ile oynanabilen cinsten bir video oyunu. İlk filmde liseli 4 arkadaş(Spencer, Fridge, Martha ve Bethany) cezaya kaldıkları bir gün, okulun bodrumunu temizlerken buldukları atariyi kurcalayıp kendilerini bu oyunun içinde, oyunun karakterlerine bürünmüş olarak buluyorlardı. Herkesin görevleri başarıyla tamamlayıp oyundan çıkmak için üçer canı vardı. Ekip olarak oyunu tamamladıklarında oyunun ismini söyleyip kendi hayatlarına dönebiliyorlardı. Zorlu geçen görevler sonucu hayatlarına dönüp filmin sonunda kırdıkları atari bu filmde yine karşımıza çıkıyor.


Önceki oyundan çıkmalarının üzerinden 1 yıl geçmiş. Liseli 4 arkadaş üniversiteye başlayıp farklı yerlere dağılmışlar ve noel zamanı evlerine döndüklerinde buluşma ayarlıyorlar. Spencer buluşmaya gelmeyince evine onu görmeye gidiyorlar ve gerçek ortaya çıkıyor. Spencer'ın atariyi tamir edip oyuna girdiğini anladıklarında ellerinden gelen tek şey oyuna girip arkadaşlarını kurtarma düşüncesi oluyor.


Oyun bu kez cidden çok daha iyiydi. Ters köşe yaptıkları yerler vardı. Karakterlerle ilgili sürprizlere de bayıldım. Umarım devamı gelir ve bozmadan ilerletebilirler. Bu filmle ilgili spoiler vermeden yazabileceklerim bunlardı. Umarım siz de film listelerinize Jumanji: Yeni Seviye'yi eklersiniz. Başka yazılarda görüşmek üzere. Hoşça kalın.

IMDB puanı:7/10
Puanım: 8/10




*Görseller alıntıdır.*

Love Alarm 1. Sezon Dizi Yorumu


Merhaba

Can sıkıntısıyla Instagram'da bakındığım bir gün keşfette bir diziye denk geldim. Konusu ilgimi çekince ve 8 bölüm yayınlanmış olduğunu görünce hemen biter diyerek başladım. İsmi Love Alarm olan bu dizi Netflix orijinal Kore dizisiymiş. 22 Ağustos 2019'da ilk bölümü yayınlanmış ve 8 bölümün ardından sezon finali yapmış.


Dizinin konusu şöyle özetlenebilir. Biri Joalarm isimli bir uygulama geliştiriyor ve piyasaya sürüyor. Uygulamayı telefonuna yüklüyorsun 10 metre içinde seni seven biri varsa alarmın çalıyor, sevdiğin birinin 10 metre yakınındaysan onun alarmı çalıyor,  Henüz piyasaya yeni sürülmüş bir uygulama ama gençler arasında aşırı popüler oluyor.




Dizinin 3 ana karakteri var. Esas kızımız Kim Jojo'nun (Kim So-Hyun)bir sevgilisi var. Teyzesiyle ve kuzeniyle yaşıyor. Büyükannesi hastanede tedavi görüyor. Liseye gidiyor ve ek olarak 2 işte birden çalışıyor. Joalarm kullanmıyor. Zaten geçmişi de acılarla dolu bir kız. Çocukluktan itibaren çok yakın arkadaş olan Sun-Oh (Song Kang) ve Hye-Young (Jung Ga Ram) ise erkek karakterlerimiz. Hye-Young'un annesi Sun-Oh'nun evinde çalışıyor. Zengin olan Sun-Oh ailesi tarafından sevgi görmediği için bu arkadaşlığa çok bağlanıyor. Amerika'dan döndüğünde en yakın arkadaşı Hye-Young'un bir kızdan hoşlandığını fark ediyor ve kızı takip etmeye başlıyor. Bu kısımda söylemem gereken tek şey her şeyin çok hızlı ilerlediği. Kızı takip etti, öptü ve sevgili oldular. Niye böyle bir hızla bu noktaya geldi hiç anlamadım. Olayı basitleştirdiğini düşünüyorum. Hele bir de utanmadan arkadaşına Kim Jojo'yu öptüm demesi pes dedirtecek bir davranıştı.


Hye-Young arkadaşının Kim Jojo'ya hislerini öğrendiği için geri çekiliyor. Ben en başta her şey hızlı gelişse de Sun-Oh'nun tarafındaydım ama sanki sonlara karşı Hye-Young'a doğru çekildim. Çocuk bence dizinin en talihsiz kişisi. İkinci sezonda ne durumda olacaklar merak ediyorum.


Her neyse sonuç olarak bu Kim Jojo ve Sun-Oh birbirlerinin alarmlarını çaldırıyorlar. Ondan sonra bazı olaylar sonucu pek anlamasak da Kim Jojo, Sun-Oh'dan ayrılıyor. Burada onu sevmediğine nasıl ikna ettiğini söylemeyeceğim çünkü bu düpedüz spoiler vermek olur :D Sonuç olarak ayrılıyorlar ve yıl oluyor 2023. Gençler liseyi bitirmiş. Joalarm almış yürümüş. Sun-Oh'nun başka bir sevgilisi var. Kim Jojo yine iki işte çalışıyor ve okuluna geri dönebilmek için para biriktiriyor. Bir gün Hye-Young, Kim Jojo'yu buluyor ve şansını denemeye karar veriyor. Kim Jojo onu sevemeyeceğini söylese de Hye-Young pes etmiyor. Sezon finalinde Sun-Oh ve sevgilisi, Kim Jojo, Hye-Young öyle bir noktada bir araya geldiler ki ne olacak hiç bilemiyorum.


Geçenlerde 2. sezonun olacağı duyurulmuş. Artık ben de 2. sezonu bekleyenler içindeyim. Ortada yayın tarihi yok ama umarım en kısa sürede Love Alarm 2. sezon başlar. Diziyi izleyenler varsa yorumları bekliyorum :) Kendinize iyi bakın.

Mardin Gezi Notlarım 2. Gün


Merhaba

Mardin gezimin 1. gününü yazdığım yazıyı henüz okumadıysanız TIK. Bu yazıda dopdolu geçen 2. günü anlatacağım. Araştırmalarım sonucu gitmek istediğim yerlerin çoğuna toplu taşıma ile gidemeyeceğimi anlayınca tur/rehber arayışına başlamıştım. Instagramda Dara Antik Kenti rehberi Sinan Bey'e denk gelmek benim için büyük bir şanstı. Günlük tur yapan Gözal Turizm'i önerdi. Hemen tur şirketiyle görüştüm ve bize en uygun turun Telkari Tur olduğunu gördüm. Kişi başı 100 tl olan bu turla bu yazıda bahsedeceğim her yeri gezdik.




Sabah otelimizden alındıktan sonra ilk durağımız Deyrulzafaran Manastırı oldu. Giriş ücreti olan bir yer. Kişi başı 10 tl ancak öğrenci ücreti 5 tl. Anlatmaya kalksam bir yazıyı burayla ilgili yazabilirim sanırım. Çünkü içeri grup şeklinde alınıyorsunuz ve manastırın kendi rehberi manastırı gezdirerek anlatıyor. Deyrulzafaran, 5. yüzyılda inşa edilmiş bir Süryani manastırı. Bir dönem safran yetiştirildiği için bu ismi almış. Hala ibadet edilen bir yer.



O bölgeye ilk gelen matbaa'yı da orada görmek mümkün. Matbaa'yı 1800'lü yıllarda orada partiklik yapan 4. Petrus İngiltere'den getirmiş. Burada kiliseyi gezerken, kilise tavanının önceleri altın işlemelerle kaplı olduğu ancak Moğol istilası sırasında değerli ne kadar şey varsa Moğollar tarafından götürüldüğü söylendi. Bu şekilde bile yapıya hayran kalınıyor, bir de öyle görebilseydik nasıl olurdu diye düşünüyorum.


Mezopotamya'nın Efes'i olarak isimlendirilen Dara Harabeleri, belki de göreceğim için en heyecanlandığım yerdi. Benim tarihe karşı inkar edemeyeceğim bir merakım var. Göreceğim her yeni antik kent için aynı heyecanı yaşıyorum. İpek Yolu'nun geçtiği şehirlerden biri olan Dara Antik Kenti'nin (Anastasiopolis) 6. yüzyıl başlarında kurulduğu tahmin ediliyor. Sasani saldırılarından korunmak için garnizon kenti olarak kurulmuş. Şu an ziyarete açık olan kısım Nekropol yani surların dışında kalan mezarlık alanı. Akropol şu anki köyün altında bulunuyor.



Sinan Bey ile oraya gittiğimizde görüştük ve kazılarda da bizzat bulunduğundan her şeyi detaylıca anlattı. Kent kazılmadan önce orada top oynadıklarını öğrendik. Kazılar yapıldığında böyle önemli bir şehir ortaya çıkarıldığında herkes çok şaşırmış. Şu anki köy için ödenek çıktığında oradaki halk başka yere taşınacakmış ve köyde de kazılar başlayacakmış. Şehrin içinde kimbilir ne güzellikler çıkacak. Son olarak üstteki fotoğraf antik kentteki sarnıca ait. Sarnıç olarak yapılmış ancak zindan olarak kullanıldığı dönemlerin olduğu da söyleniyor. Dara Antik Kenti giriş ücretsiz.



Dara Antik Kenti'nden sonraki durağımız Beyazsu'ydu. İnsan huzur içinde oturup saatlerce bu manzaraya bakabilir. Öyle güzel bir yerdi ki... Orada yarım saat oturup çay içmek koşturmacanın bol olduğu o gün inanılmaz iyi geldi. Gitmeyi düşünenler mutlaka Beyazsu'yu da planlarına dahil etsinler.


Mor Gabriel Manastırı önemli ve hala aktif olarak öğrenci yetiştiren bir manastır. Kilisede yaşayan öğrenciler, rahip ve rahibeler var. Bu yüzden giriş çıkışlar sınırlı ve yine Deyrulzafaran Manastırı'nda olduğu gibi içerideki görevlilerden biri rehberlik yapıyor. Mor Gabriel Manastırı mimarisi ile herkesi kendisine hayran bırakmayı başarıyor.



Yapı aynı zamanda yapılmış gibi görünse de zaman içinde ihtiyaç duyuldukça eklemeler yapılmış ancak söylenmese anlaşılacağını sanmıyorum. Öğrencilerin kaldığı en üst kat sonradan eklenmiş ve diğer kısımlardan farklı durmuyor. İbadetler ve eğitim devam ettiği için bazı kısımlarına giriş yasak. Unutmadan yazayım Mor Gabriel Manastırı giriş ücreti kişi başı 5 tl.


Böyle etkileyici bir yapıyı görmek gerçekten çok güzeldi. Mardin'in bu yapılarını gördükten sonra eve döndüğümde evler gözüme hoş görünmemeye başladı. Hele o sıcakta içeri girince hissettiğin serinlik hiçbir şeye değişilmez.


Hasankeyf'e gitmeden Midyat'ta Bahar Sofra Salonu'nda öğle yemeğimizi yedik. Böyle esnaf lokantası tarzı bir yer. Sembüsek, irok, kaburga dolması, güveç yemeği ve et yemeği gayet lezzetliydi. Yanında ek olarak ezme, ayran aşı çorbası, salata geldi. Yanlış hatırlamıyorsam benim aldığım Midyat tabağıydı.


1.5 günlük Mardin gezim boyunca gitmekten en üzüntü duyduğum yer Hasankeyf oldu. Durumun kötü olduğunu biliyordum. Taşınan eserlerden sonra bizi pek hoş bir manzaranın beklemediğini de biliyordum ama umduğum asla bu değildi. Taşınan 3-5 parça eser var. Diğerleri ya yerinde duruyor ya da üstü betonla örtülmüş. Minik rehberimizin söylediğine göre bunun yapılma amacı da eserleri suyun aşındırıcı etkisinden korumakmış. Yapılan baraj ömrünü doldurunca tekrar açılacakmış falan filan.



Meşhur köprü ayakları yenilenmiş, eskisini verip yenisini almışsın havası var. Restore etmek çok başka orada yapılan çok başka bir şey. Her gördüğüm detayla daha çok üzüldüm. Mağaraları gezmek istiyordum ama o kısımlar kapandığı için ziyaretçiler giremiyormuş. Zaten ortada pek insan yok. Çalışan insanlar ve bol bol kamyon, kepçe var. Hasankeyf kalesi ise taş düşme tehlikesi sebebiyle bir süredir kapalıymış. Kısaca pek bir şey göremedik.


Tek güzel hatıram Dicle Nehri'ne bakarak içtiğim Hilve kahvesiydi. Süt, bal ve cevizle yapılıyormuş. İçerken ceviz parçaları fark ediliyor. Efsane bir lezzetti. Yanında bir şişe su ile birlikte geliyor. Fiyatı 9 tl. Bu kahvenin yapıldığı eve giriş 1 tl. Ev dediysem işletme tarzı bir yer, kimse yaşamıyor. Genel olarak Hasankeyf'te yaşayan yok zaten. İnsanların kimi isteyerek kimi istemeden yeni Hasankeyf'e taşınmak zorunda kalmış.



Mardin seyahatimizin son durağı Sıla Konağı olarak da bilinen Midyat Devlet Konukevi'ydi. Şu an halihazırda Hercai dizisinin çekildiği konak. Şoförümüz Hercai dizisi başlayana kadar giriş ücretinin 1 tl olduğunu dizi başlayınca talep arttığı için 5 tl'ye çıkarıldığını söyledi. Hercai konağı için kişi başı giriş ücreti 5 tl.

Son olarak Mardin Midyat manzaraları ile yazıyı bitireyim. Günübirlik tur ile gittiğimiz için Midyat'ta çok gezme şansımız olmadı. Sıla Konağı dışında sadece çarşısına kısaca göz atabildik. Umuyorum bir sonraki gidişimde çok daha detaylı gezebileceğim. Nasip olursa Dara Antik Kenti tamamen gün yüzüne çıkarıldığında tekrar bir ziyaret düşünüyorum. Gaziantep yazısını da kısa zamanda hazırlayıp yayınlayacağım. Kendinize iyi bakın :)


Mardin Gezi Notlarım 1. Gün


Herkese merhaba

Bugün blogumun tam 10. yaşını kutladım. 10 yıl önce bu saatlerde ilk yazımı yayınlamıştım ve asla bu kadar uzun yıllar yazacağımı düşünmemiştim. İyi ki bu blogu açmışım ve o ilk yazıyı yazmışım :) Bundan sonra daha az ihmal edip daha çok yazacağımı umuyorum.

Aylardır çok boşlamıştım blogu ama nihayet geri döndüm :) Yazmayı da öyle özledim ki bundan sonra her gün yazarsam şaşırmayın. Eylül sonunda kardeşimle planladığımız ve gideceğime son ana kadar inanamadığım Mardin-Gaziantep gezimizi sorunsuzca yaptık. Çok yorucuydu. Döndükten sonra da çok hasta oldum. Yine de her anına değdiğini düşünüyorum. Gördüğümüz Mezopotamya manzaralarını unutmam mümkün değil.

Bursa Terminal'den direk Sabiha Gökçen Havalimanına giden Burulaş'ın otobüsleri var. Kişi başı 45 tl. Otobüsün dolma ihtimaline karşılık biletleri internet sitelerinden almıştım. Size de tavsiyem bileti önceden almanız çünkü otobüs dolu olarak gittik. Bu şekilde gitmek bizim için çok pratik oldu. 1.5 saate kalmadan havalimanındaydık. Kısa bir rötar sonrası uçağımız kalktı ve 2 saatten az bir sürede Mardin Havalimanına vardık. Havalimanı kapısından Havaş otobüsüyle eski şehir kısmına geçtik. Kişi başı 9 tl ödedik ama siz giderseniz Havaş yerine havalimanının dışından geçen minübüslere binerek yeni şehir veya eski şehir tarafına çok uygun fiyatla gidebilirsiniz.


Her yolcunun ineceği yer sorulduğu için biz otelimize en yakın tarafta inmeyi rica ettik. Sağolsunlar otele nasıl gideceğimize kadar tarif ederek en yakın yerde indirdiler. Kalacağımız otel Darius Konağı idi. Mardin otellerini güzelce araştırdım ama son anda karar verdiğim için pek seçme şansım olmadı. Oraya gitmişken taş evde kalmadan dönmem diyerek son anda bu oteli bulabildim. Şu taş evlerdeki rutubet konusundan endişelensem de bir gece zaten diyerek kardeşimi de ikna ettim. Otele kayıt işlemlerini yaptırıp bavulları bıraktıktan sonra hızlıca çıktık. Zaten rötar ve valizlerin gelmesinin uzun sürmesi nedeniyle yaptığım planlar aksamıştı, daha fazla zaman kaybetmek istemedim.


İlk ziyareti üst fotoğraftaki Şehidiye Medresesi'ne (Semanın Medresesi) yaptık. Zaman yetersizliği sebebiyle çok fazla zaman ayıramasak da Artukluların eseri olan bu medreseyi görmek çok güzeldi. Özellikle tarihe meraklıysanız ve bu yapıları kendi gözünüzle görmek için lise yıllarınızdan itibaren hayaller kurmuşsanız çok daha başka oluyor :) Medreseyle ilgili kısaca bilgi vermek istiyorum. 13. yüzyılın başlarında Artuklu sultanı Melik Nasreddin Artuk Aslan tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyor. Yüzyıllar içinde yapılan onarımlar sonucu özgünlüğünü pek korumadığı biliniyor. Yine de şöyle bir baktığınızda şahane göründüğünü inkar etmek imkansız. Keşke orijinal halini de görebilseydik :(


İkinci durağımız Reyhaniye Camii idi. Küçük bir camiydi. O dönemki vakıf kayıtlarında ismi geçtiği için 15. veya 16. yüzyıllarda yapıldığı düşünülüyor. Minaresinin güzelliğini görüyorsunuz değil mi? :)




Üçüncü durağımız Zinciriye Medresesi'ydi. Çıktığımız onca merdivene kesinlikle değecek güzellikte bir yerdi. Mardin'de en merak ettiğim yerler arasında ilk 3'te yer alan Zinciriye (İsa Bey) Medresesi, Artukluların son sultanı tarafından 14. yüzyılın sonlarında yaptırılmış. Kapının güzelliğini mi anlatayım yoksa kubbenin güzelliğini mi bilemiyorum. Çok ayrı güzellikte bir medreseydi. Zamanımız çok az olmasına rağmen burada daha fazla zaman geçirmek istedim. Mutlaka görün dediğim yerlerden birisi.



Zinciriye Medresesi panaromik görünümünü de ekledim. Canlı haliyle çok daha muhteşem bir görüntü :)



Sonraki durağımız Latifiye (Abdüllatif) Camii idi. Yine Artuklulardan kalan bir eser. 14.yüzyılda yapılmış. Şu anki minarenin 1800'lerin sonunda yapıldığı biliniyor. Giriş kapısına hayran kalmamak elde değil. İçi ayrı güzel dışı ayrı güzel. Mutlaka görülmeli dediğim yerlerden biri.



Mardin gezim netleştikten sonra en merak ettiğim yer Mardin'in de sembolü olan Ulu Camii idi. 11. veya 12. yüzyılda Artuklular döneminde yapıldığı tahmin ediliyor. İki minare ile inşa edilmiş ancak günümüzde tek minaresi mevcut. O minarenin de 19. yüzyıl sonunda yenilendiği biliniyor. Heybetli bir yapı. Yerini bulmak biraz zorlasa da kesinlikle bulmak için çabalamaya değer.

Hafif bir tedirginlikle gitsem de orada kaldığım süre boyunca hiç huzursuz olmadım. Rahat rahat gezdik, alışverişimizi yaptık. Herkes mutlaka en az 3 günlük bir gezi olmak şartıyla Mardin'e gidip gezmeli. Hatta daha fazla kalma imkanınız varsa günlük turlarla çevre şehirleri de çok rahat gezebilirsiniz. Eylül ayı bence gitmek için en doğru zaman. Eylül sonu olmasına rağmen hava sıcaklığı yüksekti. Dudaklarım kuruluktan çatladı, sürekli dudak balmı kullandım. Günlük ne kadar su içtiğimizin hesabını bile tutamadık.

Mardin ile ilgili sevdiğim şeylerden ilki herhangi bir taşıt olmadan da eski şehir bölümünde her yeri gezebilme imkanının olmasıydı. Elinizde telefonunuz varsa Google haritalardan her yeri bulmak oldukça kolay ve gittiğimiz yerlerin yürüyerek birbirlerine uzaklıkları en çok 10 dakikaydı. Tek içimde kalan Mardin Müzesi ve Kasımiye Medresesi'ne gidememek oldu. Müzeler pazartesi kapalı olduğu için ve salı günübirlik turla gezeceğimiz için müzeyi gezemedim :(




Biraz da Mardin'in merkezinden neler alınır onlardan bahsetmek istiyorum. Kana Shop'tan aldığım hurmalı ve bademli süryani çörekleri çok güzeldi. 400 gr.lık paket 25 tl idi. Hayalet badem şekerlerinden mutlaka alın, muhteşem bir tadı var. Davut Selim'den (kilosu 54 tl) almanızı tavsiye ederim. Artukbey'den (kilosu 40 tl) aldıklarım biraz yumuşamış gibiydi. Meşhur kiliçeden almadan dönmeyin. Öyle lezzetli bir şeyi her yerde bulmanın mümkün olacağını sanmıyorum. Tam buğday unuyla yapıldığını düşünüyorum, içinde mahlep ve çeşitli baharatlar var, kokusuna doyulmuyor. Hemen her fırında satılıyor. Ben eve getirmek için 5 tl'ye büyük bir tane aldım, herkes tadına bayıldı. Yine küçük tahinli çörekleri de her fırında bulabilirsiniz. Çok lezzetliler ve tane fiyatı 2 tl.



Biraz da tatlı ve yemeklerden bahsedeyim. Biz 1 gece akşam yemeği yiyebildik. Leyli Muse Mutfak'ta yemeyi planlamıştık ama şansımıza tadilat sebebiyle kapalıydı. Çok acıktığımız ve aşırı yorgun olduğumuz için en yakın yer olan Artukbey'de atıştırmak zorunda kaldık. Tost (10 tl) söyledik ve gayet doyurucu oldu. Oraya giderseniz tostun yanında zahfaran çayı(3 tl) söylemeyi ve hatta evde demlemek için satın almayı unutmayın.

Yine Mardin'e gitmişken meşhur Harire tatlısından yememek olmaz dedim ve hemen en meşhur yeri buldum. Harire Cafe bu konuda uzmanlaşmış, muhteşem bir lezzetti. Fiyatı 7 tl. Benim gibi hafif tatlıları sevenler bayılacaktır.




Son olarak Darius Konağı ile ilgili olarak söyleyeceğim birkaç şey var. Biz öğretmenevinde kalmayı düşünmüştük ama son anda oraya gidip taş konakta kalmadan dönmem diyerek bu otelde boş yer bulabildim. İki tek kişilik yataklı odanın gecelik fiyatı 240 tl idi. Sanırım iki tek kişilik yataklı oda olmadığı için bize aynı fiyata üç tek kişilik yataklı bir oda verdiler. Umduğum gibi bir odayla karşılaşsam fiyat bana uygun gelirdi ancak kaldığımız odanın tavanı döküldüğü için pek memnun kaldığımı söyleyemem. Yatağın üstü tavandan dökülenlerle doluydu ve genel olarak yatakları da hijyenik bulmadım. Yine havluların temizliği de tartışılır durumdaydı. Konak olduğu için rutubet bir yere kadar hoş görülebilir. Alerjim olmasına rağmen rutubet rahatsız edici düzeyde değildi. Kış aylarında gidecekseniz oda için garanti isteyin ve hiçbir şekilde Babil odasını kabul etmeyin.

Gezinin 2. günü dolu dolu geçtiği için ayrı bir yazıda yazacağım. Yazıyı uzatıp sizi sıkmak istemiyorum. 3. bir yazıda da Gaziantep'teki günlük gezimizi yazacağım. Umarım hoşunuza giden bir yazı olmuştur. Hoşça kalın.

Yazının 2. bölümü için TIK.